LinkedIn Bulmaca ve Zeka Oyunlarının Popüler Olmasının İki Gerçek Sebebi

Linkedin network’üm genişledikçe doğrudan “işle ilgili olmayan” diyebileceğimiz içeriklere daha çok rastlamaya başladım.

  • Muz + Elma + Portakal = 50 ise diye başlayan sorular…
  • 6 x 2 + 4(2) – 20×2=? gibi işlem sırası çözümleri
  • Bunu sadece zekiler çözebilir üstyazısı ile başlayan bulmacalar…
  • Orta noktaya baktığınızda hareket ediyor gibi gözüken ilüzyonlar…
  • Yanyana 3 resim’den farklı olanı bulma çalışmaları…
  • Bugün en son daha yaratıcı bir örnek ile karşılaştım; yerde yatan bir kişi çizimi ve etrafta ipuçları. Soru ise “intihar mı, cinayet mi?”
  • Eminim türevlerini görmüşsünüzdür ve hatta belki yorum yapmış veya paylaşmışsınızdır.

LinkedIn’in sağladığı bu platform, iş hayatında farklı şirketlerden, farklı meslek alanlarından, yaş ve ilgi gruplarından birçok insanı bir araya getiriyor. Harika bir fırsatlar ağı olarak da hayatımızda yer tutuyor. Bu platformun kurulumunda “fikir babası” olarak anılabilecek kişilerin en başında gelen Reid Hoffman’ın hayali eminim bu değildi. Kendisi fikrin doğma ve kuruluş hikayesini anlatırken burayı hep bir fırsatlar ve işbirliği platformu olarak gördüğünü söylüyor. Sadece Reid Hoffman’ın değil hem diğer kurucuların, hem de bugünkü CEO Jeff Weiner’in vizyonunda hızla değişen ve sürekli yeni iş alanlarının oluştuğu bir dünyada insanları hayallerindeki işleri ile bağlamak fikri var. Astronot olmak dahil!

 

Platformun kuruluşundaki amaçlar bu kadar ulvi iken, neden bu kadar çocuksu, içeriği boş, değersiz zırvalarla bu platform dolduruluyor diye kızanlar var. İnsanların neden bu şekilde düşünebildiğini anlıyorum. Adı üstünde, profesyonellik üzerine kurulu bir platformda “profesyonellik” bekliyorlar.

Bir itirafta bulunayım. Ben bu konuda fikrimi değiştirdim. Bu tür paylaşımlara artık negatif karşılamıyorum veya kızmıyorum. Bu kadar insan tarafında ilgi gören bir fenomeni anlama çabası daha öncelikli hedefimiz olmalı.

Peki, Neden LinkedIn Oyunları bu kadar popüler?

Buna iki cevabım, bir eklemem bir de sürprizim var.

İlki şu: “Oyun oynamak” bir ihtiyaç. Ve ne yazık ki kurumsal hayat içerisinde olması gerektiği kadar oyun yok. Oyun oynamanın kendisi bile yetişkinlerin değil çocukların yapacağı bir aktivite olarak algılanıyor. Halbuki, oyun oynamak ilk önce kavrama, daha sonra yorumlama, problem çözme ve yaratıcılık içeriyor. Bunların her bir tanesi hem pozitif, hem de sağlıklı bir psikoloji için gerekli duygular.  İnsan ruhsuzlaşmadığı sürece oyun oynar.  Bu oyunun yeri, mecrası ve biçimi değişir ancak “oynama” eyleminin kendisi insanın hala hayattan zevk aldığının en temel göstergesi kabul edilebilir rahatlıkla. Picasso’nun ifade ettiği gibi, “Her çocuk ressamdır, işin marifeti yetişkin olduktan sonra da ressam kalabilmekte.” Aynı mantıkla; her çocuk oyun oynar. Hatta çoğu çocuk için hayat=oyun; oyun=hayattır.  Göze çok yersiz gözüken LinkedIn Oyunları’nda aslında, kurumsal iş hayatında bastırdığımız çocukluğumuzun ve kendimize dahi itiraf etmediğimiz oyun oynama ihtiyacının dışavurumunu görüyorum.

İkinci cevabım yalnızlık ile ilgili. Şehir hayatı ve özel sektörün bize dikte ettiği yaşayış kuralları tek bir şekilde yaşamayı, gelir kazanmayı, harcamayı öneriyor. En kuvvetli ve en büyük mesaj ise; mutluluk ve hayatta kalmamızın etrafımızdaki diğerleri ile rekabet etmemiz üzerine kurulu olduğu. Para kazanmak varoluşsal bir olgu. Hemen hemen hepimizin içerisinde, gelir seviyemizi yükseltmek ve buna bağlı olarak da hayatta varoluşumuzu ve geleceğimizi garanti altına almak ihtiyacı var. Çocuk sahibi olanlar için bu dürtünün ne kadar daha kuvvetli olduğunu hayal dahi edemiyorum. Hayatta kalmak için hemen yanında oturduğu iş arkadaşı ile bile rekabet etmek – açık vermemek – şeffaf olmamak – ve en önemlisi – “profesyonel olmak” baskısını yaşayan bütün beyaz yakaların hissettiği duygu yalnızlık. Bu “yalnızlığı” sadece zor günde yapayalnız kalmak olarak algılamayın. Daha gündelik ama aynı derecede önemli başka bir yalnızlıktan bahsediyorum aynı zamanda; güzel şeyleri, eğlenceyi, oyunu, sanatı, sporu paylaşamamaktan, kollektif ve interaktif bir paylaşımın içinde yer alamamaktan… Bu basit oyunlar (bazen yetersizce) buna da cevap vermeye çalışıyor.

Özetle bu oyunlar; birbirini tanımayan insanların ortaklaşa bir problem çözme süreci içinde yer almasına, kollektif bir oyunun parçası olması dürtülerini tatmin etmelerine, kendilerini göstermelerine ve bazen de ne kadar iyi/zeki olduklarına dikkate çekmelerine izin verdiği için bu kadar popüler.

(Sürpriz Röportaj)

Gelin LinkedIn oyunlarını bahane ederek çok daha ilginç bir konuya, “oyun oynamanın doğasına” geçelim. Oyun oynama davranışı, şehir oyunları ve yaratıcı teknoloji konularında son 5 yıldır çalışan ve uzmanlaşan Tamer Aslan’a bu konudaki fikirlerini sordum.

Sence oyun oynama ihtiyacı gerçek bir ihtiyaç olarak değerlendirilebilir mi?

Bu soruyu cevaplayabilmek için Hollanda’lı kültür tarihçisi Johan Huizinga’nın 1949 yılında yazdığı kitaba bakmak önemli bir başlangıçtır: Homo Ludens, yani Oynayan İnsan. Huizinga, oynamanın insan kültürel tarihinden daha eski olduğunu belirtmek için ‘Hayvanlar oynamak için insanların gelmesini beklememişlerdir’ der.

İnsanlıktan da eski olan bu aktivitenin aslına bakarsanız karışık bir yapısı vardır, ancak Huizinga’nın da belirttiği, öne çıkan bir kaç özelliğini şöyle dizebiliriz:

  • Oynamak özgürdür, hatta özgürlüktür.
  • Oyun, kurmaca ve olağanın dışında bir ‘dünyada’ geçer.
  • Oyuncu, kendi hayal gücüyle sınırlıdır.
  • Oyun düzen yaratır, düzenin kendisidir.
  • Oyun, maddi çıkar ve yarardan arınmıştır.

İnsanın oyun ihtiyacını anlamak yerine, bu bahsedilen ihtiyaçları anlamak, ve oyunun bu ihtiyaçlara nasıl cevap verdiğini irdelemek daha yerindedir. Modern toplumumuzdaki oyun ihtiyacı da, modern insanın özgürlük, hayal etme, düzen ve manevi ihtiyaçları ile birebir ilintilidir.

Huizinga’nın kitabı hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Hayatında “oyun” olan insanlarla olmayan insanlar arasında bir fark olduğunu düşünüyor musun?

Evet. Bu, yıllar içinde, hem kendimi/çevremdekileri gözlemleyerek, hem de bilimsel kavrayışımın sonucu oluşturmuş olduğum bir fikir.

Bunu anlatmak için bildiğimiz anlamda egzersize ya da pratik yapma olgularına bakalım. Biliriz ki, sporcuların her gün antreman yapmasının sebebi, hem bedensel kondisyon ve becerilerini geliştirmek, hem de refleks, taktik, takım oyunu gibi zihinsel kısımlarında pratik sahibi olmaktır.

Oyunu da bu şekilde düşünebiliriz, hatta spora gelişmiş oyun sistemleri olarak bakmakta hiçbir sakınca yoktur. Oyun kelimesi bile, eski Türkçe’de yarış anlamından gelir.

Dolayısı ile hayatında oyun olan insan, o oyunun içeriğine bağlı olarak belirli becerilerde pratik biriktirir. Örneğin Catan Yerleşimcileri, oyuncuların yerleşimci rolüne girerek, kaynak elde edilmesi ve ticareti üzerinden oynadıkları bir kutu oyunudur. Bu oyunu oynayarak elde edilen mikro ekonomi beceri ve pratiğinin, o kişiye hane bütçesi yönetimi gibi bir konuda direk yararı olacaktır.

Maalesef buna rağmen oyun ile elde edilen beceri, profesyonel iş ortamında genel olarak ölçülmeyen, hatta nerdeyse varlığı saklı tutulan bir pratiktir.

Bahsettiğimiz LinkedIn Oyunları’nın popülaritesindeki bu patlamanın ardında ne gerekçeler olduğunu düşünüyorsun?

Bence bu patlamanın arkasında, ilk olarak yukarıda bahsettiğimiz ihtiyaçlar, ve günümüzün yoğun günlük temposunda bu ihtiyacın karşılanamaması yatmakta.

Bu olguya bakarken iş nedir diye sormak da önemlidir, çünkü hem LinkedIn ”iş”in sosyal medyasıdır, hem de oyun kavramıyla zıtlaşan bir olgudur iş. Her ne kadar profesyonel aktivitenin sınırları çok net ve sabit bir şekilde belirlenmiş de olsa (çalışma saatleri, ofisler) aslında işten çıkıldığı anda bitmez iş. Bilinçli olmasa da çalışmaya, düşünmeye devam ederiz. Hatta daha ağır iş koşullarında, özellikle akıllı telefonu olan insanlar neredeyse günün 24 saati işten gelen talebi karşılamakla yükümlü hale gelmişlerdir. İş bu kadar baskın hale gelirken, oyunun da kendi alanına sınırlı kalamaması, işte bile ortaya çıkması bence gayet normal bir durumdur.

Yine de bu tarz LinkedIn oyunları, daha karmaşık oyun kuralları ve özellikle sosyal dinamikler kullanmadıkları sürece bahsettiğimiz temel oyun ihtiyacına cevap vermeye yetmeyecektir.

Oyun ve oynama davranışı ile ilgili eklemek istediğin var mı?

Oyun en başta bir öğrenme sürecidir. İnsanlar hayatın kompleks yapısını, dinamiklerini, kurallarını, sosyal bağlantılarını daha küçük yaşta oyunlar oynayarak öğrenmeye başlarlar. Ancak bu süreç ilkokulla birlikte yerini, içinde oynamayı pek bulundurmayan örgün eğitime bırakır.

Öte yandan, The Lego Foundatıon’ın desteğiyle Harvard ve Cambridge Üniversitelerinde yapılan araştırmalar, eğitimin 8 yaşına kadar, hatta daha sonrasında bile sınav ve talimat sistemleri yerine oyun temelli olması gerektiğini belirtmiştir. Benim kişisel düşüncem ise, oyunun bir hayata bakış şekli olduğu, ve bu bakış şekline sahip insanların hayatlarının her kısmını özgür ve keyif alarak yaşabilmelerini sağladığı şeklinde 🙂

 

Tamer Aslan Viyana merkezli yeni medya sanatçısı ve yaratıcı teknolojist. Şu anda, Avusturya Bilm, Araştırma ve Ekonomi bakanlığı tarafından desteklenen bir yaratıcı endüstri araştırma projesi olan ve fiziksel bir şehir oyun platformu kurmayı amaçlayan City Games’i yürütmekte.

*

Bu aralara popüler olan bir soru da benden. Bulunduğu noktadan 1 KM Güney’e, 1 KM Batı’ya, 1 KM Kuzey’e gidip başladığı noktaya dönen kişi Dünya’nın neresindedir?

www.ozandagdeviren.com

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.