Offline Kalma Korkusu
Bir öngörü ile başlayalım:
Her yerden, her zaman bağlı (online) olma psikolojisi daha yıpratıcı hale gelecek, dijital veriye bağlılığımız zaman zaman bir özgürlükten çok kelepçe hissi verecek.
2015 yılı itibari ile sadece son beş yılda yaşadığımız teknolojik devrim bile gösteriyor ki, zamanımızı ve dikkatimizi nereye harcadığımız ile ilgili eskisinden çok daha bilinçli bir çaba göstermek zorundayız. Kendimizi gündelik hayatın akışına bırakmak artık yeterli değil…
Belki insanlık tarihinde ilk defa, istisnasız her saniyemizi ilgi çekici, garip, komik, eğlenceli, heyecan uyandıran, düşündüren veya şaşırtan medya ile; yani fotoğraf, video, müzik, haber, kısa mesaj, sosyal medya iletisi ile doldurmak gibi bir seçimimiz var. Yani dikkatimizi ve ilgimizi odakladığmız konu ile, fiziksel bulunduğumuz ortam, tarihte ilk defa birbirlerinden bu kadar bağımsız. Bir anlamda fiziki varlığımızdan ve mekanın sınırlamalarından büyük bir özgürleşme içerisindeyiz.
Fizik dersinde öğrenci olup müzik ile ilgilenmek, müzik dersinde otururken başka arkdaşlar ile konuşuyor/yazışıyor olmak, arkadaşlar ile yüz yüze konuşurken iş ilanlarına göz atmak, iş yerinde iken eski okul arkadaşlarıyla haftasonu planı yapmak, o haftasonu planını icra ederken de iş ile ilgili yazışmalara zaman ayırmak artık mümkün ve belki de bir ölçü de kaçınılmaz. Bu her yerde, her bir kimseyle olma ihtimali’nin nasıl da hiç bir zaman tam olarak o yerde ve o zamanda olamama durumuna dönüşebileceği paradoksunu çok iyi analiz etmek gerekli.
FoMO – Fear of Missing Out yani gündemi kaçırma korkusu olarak da tabir edilen ve yakın zamanda popülerleşen kavram da buna işaret ediyor.
…
Eldeki (cepteki) bu dijital güç şüphesiz ki eşsiz ve şahane. Ancak bu çok değerli her yerde her an olabilme ve herkese bağlı olma imkanının elimizden aldıklarına ilişkin de farkındalık geliştirmek zorundayız.
Buradaki temel öngörü, belki de en çok dikkat etmemiz gereken risk, bu problemin farkına varmadan yaşayımız üzerindeki kontrolü yitirebilecek olmamız.
Her an bağlı olmanın büyüsüne kapılıp, mevcut an ve deneyimden kopuk olmak ve bunu kronik bir problem olarak yaşamak, gelecekteki hayatlarımızda gündelik bir gerçeklik olabilir.
Önümüzdeki yakın gelecekte bu sorun ile baş etme biçimleri geliştirmenin, dolu ve doygun bir yaşantının önündeki en büyük belirleyici olacağını öngörüyorum. Bu duygu ile baş etmek kişisel gelişimin önemli bir gündemi olacağa benziyor.
Artık ne kadar online ve offline olduğumuz bilinçli olarak yönettiğimiz bir denge olmalı. Son beş yıldaki değişime bakıp buradan önümüzdeki on yıla ilişkin bir tahminde bulunursak, yakın geleceğimizde global bilgi ağına giyilebilir ve/veya biyo-elektronik arayüzler ile kesintisiz olarak bağlı olmaya başlayacığımızı, gelecek yıllarda da bu bağlığı daha derinleştireceğimizi ve daha süreklileştireceğimizi öngörebiliriz.
Bu sürekli bağlı/online olma hali, hem bizi üzmesi, şaşırtması, kızdırması hem de heyecanlandırması, meraklandırması, motive etmesi gereken konularda daha duyarsız hale getirme riskini barındırıyor. Elimizin altında dünyanın tüm güzellikleri ve çirkinlikleri yanyana. Gördüğümüz güzelliklerden veya eğlenceden de, korkutucu ve trajik olanda da daha zor etkileniyoruz. Bu daha zor etkilenir olma durumunun en uç noktasının tam bir uyuşma hali olduğunu canlandırmak zor değil. Henüz bu kadar karamsar bir durumda olduğumuzu düşünmüyorum ancak teknolojiyi kullanma alışkanlıklarımızın gidişatına bakıldığında bunun gerçek bir risk olduğunu görmezden gelmemek gerek.
Yeni teknolojiler ile dünyanın tüm güzellikleri ve çirkinlikleri yanyana…
Gördüğümüz güzelliklerden veya eğlenceden de, korkutucu ve trajik olanda da daha zor etkileniyoruz.
Bu daha zor etkilenir olma durumunun en uç noktasının tam bir uyuşma hali olduğunu canlandırmak zor değil. Henüz bu kadar karamsar bir durumda olduğumuzu düşünmüyorum ancak teknolojiyi kullanma alışkanlıklarımızın gidişatına bakıldığında bunun gerçek bir risk olduğunu görmezden gelmemek gerek.
Bu durum aşırı ve çok sayıda uyaran karşısında duyguları dengede tutma çabasının bir parçası olarak gösterilen psikolojik duyarsızlaşma refleksinin devreye girmesinden başka bir şey değil aslında.
Aynı gün ve hatta belki aynı dakikalara sıkıştırılmış şekilde art arda Ortadoğu’daki bitmek bilmeyen sayısız ırk – din – mezhep çatışmasının sonuçlarını takip etmek ve kesintisiz bir ölüm haberi akışına tabi kalmak, üçüncü dünya ülkelerindeki fakirliğin ve gelir adaletsizliğinin etkilerini izlemek, Hindistan’da bina inşaatında ölen yüzlerce kişinin haberini almak, Rusya ve Ukrayna arasındaki gerilimin bir iç savaşa tırmanışını izlemek, devletlerin kendi vatandaşlarının iletişim aktivitelerini kitlesel ve global – sistemik bir şekilde takip altında tuttuğunun ortaya çıkması, sansürün en kirli halini izlemek ve tüm bunlara ek olarak sadece içinde yaşadığımız ülkenin sokaklarında değil aynı zamanda dünyanın bir çok köşesinde şiddetin ana dil haline geldiğini görmek ve polis ile vatandaşın düşmanca çatışmasından haberdar olmak…
Tüm bunları okumak bile yorucu.
Kendi ruh sağlığımızı (çok doğal olan) koruma refleksi ile, bir noktada artık bu haberleri sadece duymaya, anlamadan ve sindirmeden tüketip geçmeye başlıyoruz. Günümüzün gerçekliğinde dünyanın her köşesindeki kötü habere üzülmek ve her iyi habere sevinmek ortalama bir insan psikolojisin kaldırabileceği bir yük olmaktan çok uzak. Yani aynı anda tüm dünyanın haberlerine erişebiliyor olmak, aynı oranda her bir habere ayırdığımız dikkatin ve duygusal yatırımın azalmasını anlamına geliyor. Bu bilgi bombardımanı arttıkça ise en dominant duygunun vurdumduymazlık haline gelme tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Bir yandan bu karanlık ve zor dünya kendi etrafında dönmeye devam ederken, bir yandan aynı ekranlardan kendimizi karmaşık uyaranlara kapatmanın – kendi değişimizle kafamızı meşgul etmenin başka yollarını arıyoruz. Gece gündüz oynadığımız oyunlarda arkadaşlarımızdan can istiyor, seviye geçtikçe ve kolay takdir aldıkça tatmin hissediyoruz. Sosyal medyadaki varlığımızı, daha çok beğeni ve yorum toplayacağımız paylaşımlara indirgiyoruz. Bir yandan da her zamankinden daha zor beğeniyoruz ve daha zor heyecanlanıyoruz. Belki bir 20 sene önce bizi heycanlandıracak ve haftalar boyunca arkadaşlarımızla muhabbet konusu olacak komedi gösterisi veya müzik albümünü hızlıca tüketip en fazla bir iki kere konuşup diğer gündemlere yer açmaya çalışıyoruz.Gittikçe kısalan odaklanma süremizin sonucu olarak daha kısa mesajlar atıyor, uzun olanları daha az okuyoruz. Zekice düşünülmüş ve üzerinde büyük emek olan bir paylaşımı, ikinci kere bakmamak üzere geçip gidiyoruz.
Yani özetle, bu duyarsızlaşma durumunu, sürekli bağlı-online olmanın sonucu olarak hem bizi düşündürmesi, tepkimizi çekmesi veya harekete geçirmesi gereken durumlara, hem de bizi heyecanlandırması, neşelendirmesi gereken durumlara karşı daha derin bir biçimde yaşayacağımız bir gelecek kapımızda olabilir.
Bu kadar bağlı, hep online yaşamanın bir pahası olarak, hep başka bir yerde olabilme düşüncesi aklımızın bir yanında,bir şey kaçırıyormuş hissi yaşamadan, sadece o anda ve o yerde olmak daha da zorlayıcı hale gelecek. Kendimizi buna hazırlamalı ve hayatın akışına bırakmak yerine dikkatimizi gündelik olarak nelere yönlendirdiğimiz konusunda kontrolü ele almalıyız.
Ancak her durumda, bu temel zorluklar, yaşayış şekillerimizin yeniden tanımlandığı bu çağda, yeni ve alternatif çözümler bulma kaslarımızı oldukça zorlayacağa benziyor.
Bu zor sorulara karşı doğru ve kalıcı çözümler geliştirmek ve bunu da teknolojiyi ve sağladığı artı değerleri toptan reddetmeden yapmak en büyük mücadelelerimizden olacak.
*Bu yazı ilk olarak www.sertamahassas.com‘da yayınlanmıştır.
I like this website it’s a master piece! Glad I noticed this ohttps://69v.topn google.Blog range