Türkiye’de Etki Yaratan Kitaplar (Bu aralar ne üzerinde çalışıyorum?)
Geçtiğimiz iki haftadır beni en çok heyecanlandıran projem üzerinde çalışıyorum, hayalim Türkiye’de etki yaratan bir kitap ile insanlara katkıda bulunmak. Çok yakında üçüncü kitabım olacak bu çalışma editor okumasına geçmeye hazır olacak.
İlk kitapta bana önemli olduğunu düşündüğüm konularda yazdım. Niyetim hiç o olmamasına rağmen konular insan psikolojisi, toplum bilimi ve yaşamın kendisi olduğu için kitap kendisini “Kişisel Gelişim” kategorisinde buldu.
Çevremdeki çoğu insan gibi ben de “Kişisel Gelişim” kategorisine çok temkinli, hatta eleştirel yaklaşıyorum. Buradaki kitapların ve yazıların (ya da konuşmaların) büyük çoğunluğu içimizdeki iyiliği bulalım, daha çok sevelim sevilelim, yeter ki isteyelim gibi tavsiyelere dayanıyor. Diğer bir grup ise çoğunlukla yazarın bir şekilde hayatta kendi engelleri aşmasını örnek göstererek herkesin hayatındaki engelleri aşabileceği ve daha iyi bir hayat inşa edebileceği mesajını veriyor.
Doğrudur, kişiler kendilerine daha iyi bir hayat inşa edebilirler, belki kitapların da bunda faydası olabilir. O yüzden bu tarz eserlerin hedef kitlesinde kendimi görmesem de saygı duyuyorum.
Biraz da eleştirel perspektife ihtiyacımız var.
Ancak çok daha önemli bir noktayı atlıyoruz. Sadece motive eden ve iyi hissettiren kitaplara değil, aynı zamanda içinde bulunduğumuz toplumsal dokuyu, şehir hayatındaki insanın psikolojisini, dertlerini, ihtiyaçlarını ve endişelerini bilimsel, tarihsel ve gerçekçi bir gözle, aynen bir mühendis gibi analiz eden çalışmalara ihtyacımız var. Ve bu ihtiyaç oldukça yüksek. İlk kitabımın adı “Sorgulayarak Mutlu Kalma Sanatı” idi. Burada aslında “DİĞER YOL” yani, pozitif düşünceden geçen değil, toplumsal ve psikolojik analizden, rasyonel düşünceden geçen bir gelişim rotasını göstermeye çalışmıştım.
Son çıkacak kitapta ise AİTLİK konusunda ve bunun şehir hayatında nasıl korkularımızı, endişelerimizi ve dertlerimizi şekillendirdiğine odaklanıyorum.
Kitaptan küçük bir alıntı –
Gözlerimiz görmese, kulaklarımız duymasa, derimiz hissetmese, burnumuz koku almasa, ağzımız tat almasa kendi içimize kilitlenirdik. Dış dünya ile etkileşimde bulunmadan da yaşadığımız şeye tam bir hayat denemezdi. Bu sebepten dolayı da bedensel varlığımız kim olduğumuzu tanımlamakta merkezi bir rol oynuyor.
Ancak bir mantık hatası yapıyoruz. Bedensel varlığımız üzerinden dış dünya ile iletişim kuruyor olmamız ve onun bizi toplumsal alanda dış görünüşümüzden tanıtıyor olması, bizim gerçekten kim olduğumuzu anlattığı anlamına gelmiyor.
Kimiz gerçekten? Düşüncelerimiz mi bizi oluşturur? Bu da doğru değil. Kendi kimliğimizi sahip olduğumuz düşüncelere bağlarsak eğer, bu karakterimizden taviz vermeden bir konuda fikir değiştiremeyeceğimiz anlamına gelir. Ya da önemli meselelerde fikir değiştirdiğimiz zaman karakterimizi de değiştirmiş oluruz.
Kimlik sorusu zor ve bir çok ayrık felsefi boyutu olan bir konu. Ancak şunu net ifade etmek mümkün; kimlik ne sadece duygularımız ve inançlarımız, ne sadece içinde bulunduğumuz ilişkiler ve tanışıklıklar ağı, ne sadece korkularımız ve ümitlerimiz ne de sadece düşüncelerimiz veya bedensel şeklimizdir.
Kimlik bunların hepsinin birbiri ile girmiş olduğu etkileşimdir. Statik ve stabil olmayan, değişken, tanımlaması da tarif etmesi de doğası itibari ile basit olamayan bir kavramdır.
Evrendeki ve doğadaki (hem insan doğası hem de yaşam alanımızdaki) olayları anlamak ve neden sonuç ilişkilerini çözümlemek için her zaman geçerli ve gerçek olduğunu bildiğimiz tek yöntem var: Bilimsel gözlem ve karşılaştırma.
İnsanın kimliğinde bedenin ve beden algısının ne kadar önemli bir yer tuttuğunu, spekülasyonun ötesine geçerek gerçekten anlamaya çalışmak için karşımıza çıkacak en iyi fırsat insanın kendisini bedensel duyuların limitasyonları ve kuralları olmadan ifade edebildiği bir ortam olurdu.
Eğer insanların fiziksel görünüşlerinden, güzelliklerinden, çirkinliklerinden, ses tonlarından, kas güçlerinden, vücut şekillerinden ve kokularından bağımsız olan bir ortamda nasıl davrandığını bilseydik bu önemli bir avantaj olurdu. Böyle bir ortamda nasıl etkileşimler kurduğunu, bu ortamdaki diğer bireylerle nasıl ilişkiler geliştirdiğini gözlemleyebilseydik bu harika bir fırsat olurdu.
Gelişmelerle haberleşmek üzere, etki yaratan bir kitap olması dileğiyle,
Ozan.
Bir cevap yazın